Le Temps Qui Reste
Önsöz:
Aşağıdaki yazı tamamen spoiler içermektedir, lütfen "kendi riskinizle" okuyunuz. Ancak filme gitmeyi düşünüyorsanız derhal vazgeçmenizi, hatta spoiler var demeyip aşağıdaki yazıyı okumanızı öneriyorum. Boşa gidecek zamanınızı, paranızı ve muhtemel ruhsal çöküntünüzü engellemiş olursunuz. Nedir bu film böyle?
Homoseksüel fotoğrafçı Romain çekim esnasında bayılır ve soluğu doktorda alır. Doktor kanser olduğunu ve kurtulma şansının %5 bile olmadığını söyleyince yemişim kemoterapiyi der ve kendini yollara vurur. Hikaye kısaca böyle, kahramanın homoseksüel olması dışında Yeşilçam filmlerini aratmıyor yani. Daha filmin beşinci dakikasında kanser olduğunu öğrendiği anda anlamıştım nasıl bir hata yaptığımı. Yine de bekledim belki bir şey çıkar diye, çıkmadı. Bir on dakika kadar daha geçince en can alıcı sahneyle karşılaştım. Oğlan ailesiyle yemek yerken annesi homoseksüelliği bırakıp (nasıl oluyorsa işte) çocuk yapmasını istedi bizimkinden. Burada gözyaşlarına boğulup hıçkıra hıçkara ağlamam gerekirdi, oğlan kendi canını kurtaramıyor sen bir de velet sarmak istiyorsun başına ah be anne oldu mu şimdi? Hayır olmadı tabi, ama can alıcı sahne bu değildi tabi. İki sıra önümde birden bire bir kafa belirdi! Filme geciktiğim için karanlıkta girmiştim salona, meğer görevlilerden biri koltuklara serilip yatıyormuş. Ancak film arasında anlayabildim ne olup bittiğini! İlk yarının büyük kısmı korku içinde bu kafanın bana zarar verip vermeyeceğini düşünmekle geçti zaten, neyse ki rahat bir nefes alabildim sonradan. Filmin ikinci yarısı ise bomba gibi başladı. Kahramanımız geceleri çıplak yatan babannesini ziyaret ettikten sonra bir restorana gitti. Orada kaynaştığı kadın bir garson bizimkini çok beğendiğini söyledi! Meğer kocası kısırmış da, çocuk istiyorlarmış da, neden onunki olmasınmış!! Bizimki başta hık mık etse de sonra kabul etti ve kadını yatağa attı. Asıl olay bizimki kocan da gelsin beni gazlasın diyince patladı. Bu tempolu grup seks sahnesinden sonra kafayı duvara vurmalar, kendi kendine saç kesmeler, eski erkek arkadaşla bir kez daha sevişme denemeleri falan filan derken yakışımız bir sahil kenarında ölünce film de bitmiş oldu çok şükür! Böylesine klişe bile denemeyecek bir senaryoyu yazmayı başaran François Ozon'u tebrik etmek istiyorum buradan. Birbirinden kötü oyuncuları saymıyorum bile. IMDB'de 7/10 oy alması, bilimum platformda övgülere boğulmasını felan benim sinemadan bir şey anlamadığıma yorabilirsiniz elbette! Yine de bu filmin yakılmasını, yok edilmesini savunmamı engelleyemezsiniz. Hayatta daha kötü bir şey görmediğimi düşünüyordum ki Star Wars animasyonum geldi aklıma. Eve gelince kendime iyi davrandım ve bu fikrimden de vazgeçtim. Benim animasyonum döver bu filmi rahatlıkla.
Aşağıdaki yazı tamamen spoiler içermektedir, lütfen "kendi riskinizle" okuyunuz. Ancak filme gitmeyi düşünüyorsanız derhal vazgeçmenizi, hatta spoiler var demeyip aşağıdaki yazıyı okumanızı öneriyorum. Boşa gidecek zamanınızı, paranızı ve muhtemel ruhsal çöküntünüzü engellemiş olursunuz. Nedir bu film böyle?
Homoseksüel fotoğrafçı Romain çekim esnasında bayılır ve soluğu doktorda alır. Doktor kanser olduğunu ve kurtulma şansının %5 bile olmadığını söyleyince yemişim kemoterapiyi der ve kendini yollara vurur. Hikaye kısaca böyle, kahramanın homoseksüel olması dışında Yeşilçam filmlerini aratmıyor yani. Daha filmin beşinci dakikasında kanser olduğunu öğrendiği anda anlamıştım nasıl bir hata yaptığımı. Yine de bekledim belki bir şey çıkar diye, çıkmadı. Bir on dakika kadar daha geçince en can alıcı sahneyle karşılaştım. Oğlan ailesiyle yemek yerken annesi homoseksüelliği bırakıp (nasıl oluyorsa işte) çocuk yapmasını istedi bizimkinden. Burada gözyaşlarına boğulup hıçkıra hıçkara ağlamam gerekirdi, oğlan kendi canını kurtaramıyor sen bir de velet sarmak istiyorsun başına ah be anne oldu mu şimdi? Hayır olmadı tabi, ama can alıcı sahne bu değildi tabi. İki sıra önümde birden bire bir kafa belirdi! Filme geciktiğim için karanlıkta girmiştim salona, meğer görevlilerden biri koltuklara serilip yatıyormuş. Ancak film arasında anlayabildim ne olup bittiğini! İlk yarının büyük kısmı korku içinde bu kafanın bana zarar verip vermeyeceğini düşünmekle geçti zaten, neyse ki rahat bir nefes alabildim sonradan. Filmin ikinci yarısı ise bomba gibi başladı. Kahramanımız geceleri çıplak yatan babannesini ziyaret ettikten sonra bir restorana gitti. Orada kaynaştığı kadın bir garson bizimkini çok beğendiğini söyledi! Meğer kocası kısırmış da, çocuk istiyorlarmış da, neden onunki olmasınmış!! Bizimki başta hık mık etse de sonra kabul etti ve kadını yatağa attı. Asıl olay bizimki kocan da gelsin beni gazlasın diyince patladı. Bu tempolu grup seks sahnesinden sonra kafayı duvara vurmalar, kendi kendine saç kesmeler, eski erkek arkadaşla bir kez daha sevişme denemeleri falan filan derken yakışımız bir sahil kenarında ölünce film de bitmiş oldu çok şükür! Böylesine klişe bile denemeyecek bir senaryoyu yazmayı başaran François Ozon'u tebrik etmek istiyorum buradan. Birbirinden kötü oyuncuları saymıyorum bile. IMDB'de 7/10 oy alması, bilimum platformda övgülere boğulmasını felan benim sinemadan bir şey anlamadığıma yorabilirsiniz elbette! Yine de bu filmin yakılmasını, yok edilmesini savunmamı engelleyemezsiniz. Hayatta daha kötü bir şey görmediğimi düşünüyordum ki Star Wars animasyonum geldi aklıma. Eve gelince kendime iyi davrandım ve bu fikrimden de vazgeçtim. Benim animasyonum döver bu filmi rahatlıkla.
2 Comments:
Nasıl olsa izlemem diyip okudum lakin hayatımın senaryosu çıktı. Tek kelime ile şahane. Yalnız senaryoyu okuduğum için filme gitmek işime gelmiyor şimdi. Nasıl, nedir?
By Unknown, at 25/5/06 00:24
Çok kötü bir durumdasın o halde şu an :) Kaçırdın herşeyi!
By zeke02011, at 25/5/06 10:14
Yorum Gönder
<< Home