Blogger Şeysi

23 Nisan 2007

23 Nisan

23 Nisan'da dünyanın dört bir tarafından misafirler gelir, okullara göre dağıtırlar sonra. İlkokuldayken bizim okula Gürcistan düşmüştü. Nasıl oldu, niye oldu bilmiyorum biz de bir misafir ediniverdik. 23 Nisan'dan bir hafta on gün önce okulun içinde toplandık, bana saatlerce sürmüş gibi gelen bir merasim düzenlediler. Sırayla hediyeler verildi, misafirler eşleştirildi felan.. Niga adında benden bir iki yaş büyük bir çocuk geldi sonunda. El sıkıştık, pembe birer çanta tutuşturdular elimize. Arkama bakmadan annemin yanına gittim, Niga da takip etmiş olacak ki bizde kaldı o günden sonra. Benim gibi sessiz sakin bir çocuktu. Çantadan çıkan uyduruk dil klavuzu yardımıyla birkaç cümle konuşup sıkılmıştık. Acıktım, başım ağrıyor dışında bir şey yoktu ki klavuzda! Muhtemelen yatana kadar pembe çantadan çıkanları incelemişimdir. Ertesi sabah ve diğer sabahlar kahvaltı yapıp okula gittik. Misafirleri bir otobüse, bizi başka bir otobüse doldurup götürürlerdi. Meğer misafirler prova yapmaya gidiyorlarmış. Ben de o hafta boyunca Ankara'daki bütük sokakları elimde benim için çok büyük olan bir bayrakla gezdim. Boyum uzun diye de sıranın en önünde tek başıma yürütmüşlerdi. Zaten utanıyordum, bir de yalnız olunca işkence gibi gelmişti. Neyse ki bir gün ara verip Kapadokya'ya götürdüler. Orayı çok sevmiştim, kumdan kaleler felan. Başka bir gün de bir spor salonuna götürdüler, orada çok acıkmıştım, hatırlıyorum. Yemek şirketi olarak da ünlü hamburgercilerden biriyle anlaşmışlar, çocuk menüsü gibi bir şey vermişlerdi sanırım. Hoşuma gitmişti işte, bayrak yoktu en azından! Tüm gün tribünlerde oturup misafirlerin provalarını izlemiştik, sıkıcıydı. O hafta boyunca eve gittiğimiz gibi seriliyorduk Niga'yla...

Bir gece bir patırtı uyanmıştım, baktım bizim çocuk oyuncaklarımı bavuluna yerleştiriyor! Sesimi çıkarmadım, uyuyormuş gibi yaptım. Tabi sabah ilk iş anneme söylemek oldu. "Belki daha önce hiç oyuncak görmemiştir, kardeşlerine götürmek istiyordur. Bırak onun olsun, biz sana aynılarını alırız." dedi. Çocuk aklımla üzülmüştüm, kardeşlerine götürmek istiyormuş, daha önce hiç oyuncak görmemiş! Sesimi çıkarmadım ama benim malım kıymetlidir öyle kolay bırakır mıyım? Niga yok olduğu bir ara bavulunu açıp bakmıştım neler almış diye. Lego'larım, Batman'lerim karşımda duruyordu. Çıkardım teker teker hepsini, onlar benim en iyi arkadaşımdı. Yerlerine oynamadığım arabalarımı, transformerslarımı koydum. Onun için fark etmezdi nasılsa. Bir sonraki akşam babam elinde bir arabayla geldi, onu da hediye ettik...

Sonunda gitme vakti geldi, ilk günkü gibi okulun içinde toplandık. Teker teker adlarımızı okudular, birlikte koridorun ortasına gittik. Bavulunu kaldırdı, öyle bekledi. Bir adam yanımıza gelip hadi öpsenize birbirinizi dedi. Ben hiç anlamam ki öpmekten felan, niye öpecekmişim hem? Annemi babamı öperdim bir tek. Arada bir de sıra arkadaşım Müge öperdi beni, başka öpme felan bilmezdim. Onu da öğretmen yanıma oturtmuştu, o bana güzel yazı yazmayı öğretiyordu ben de ona matematik. Hala güzel yazı yazmayı beceremem, o matematik öğrenmiş midir bilmiyorum. Neyse, Niga bana baktı, öyle bekledim. Sonunda da dönüp gitti diğer misafirlerin yanına. Ben de ev sahiplerinin tarafına geçtim. Bir önceki gece mektup yazmasını söylememi istemişti annem, adresimi verdim bir kağıda yazıp. Hiç mektup gelmedi, beklemiyordum da zaten, ancak şimdi aklıma geldi düşününce...

Televizyonda gösterdikleri ayrılırken ağlayan çocukları anlamıyorum. Birbirinizi hiç görmüyorsunuz ki arkadaş olasınız. Sabah çıkıp akşam gelirdi Niga, saat dokuz on olunca da yatağa koşan bir çocuktum ben. Günde üç dört saat görmemişimdir bile misafiri. Onda da ben odanın bir köşesine geçip büzüşürdüm, o da diğer köşesine. Toplam bir paragraf bile konuşmamışzdır belki. Tahtadan yapılmış kılıç ve kalkanı vardı, bir kere onu kullanmayı öğretmişti, onun dışında da beraber bir şey yapmadık...

Bugün televizyonun karşısına geçtim, belki Gürcü çocuklar yine gelmiştir diye, göremedim. Ne yapıyordur acaba şimdi Niga?